Veysel Oti

Veysel Oti

İnstagram turnusol kağıdı oldu

Önce meselenin aslına birlikte bakalım. İnstagram neden kapatıldı? Sorununu birlikte cevaplayalım.

Malumunuzdur Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), 2 Ağustos 2024’te “katalog suçlara uymadığı” gerekçesiyle Instagram’a erişim engeli getirdi.

BTK “instagram.com, 02/08/2024 tarihli 490.05.01.2024.-608983 sayılı Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu kararıyla erişime engellenmiştir” dedi.

Yazının Devamı

Uluslararası öğrenciler korkuyor!

Artan yabancı düşmanlığı gözü dönmüşlerin, hazırda bekleyen şer guruplarının iştahını kabarttı bir anda.

Kan emici asalak sürüleri, ülkemize tatile veya okumaya gelen Arap kökenli misafirlere sözlü tacizden, fiili şiddete kadar her türlü muameleyi yapmaya kadar vardırdı olayları.

Öyle düşünüyorum ki bu işler bireysellikten çok uzak. Belli ki arkasında bir güç odağı var.

Yazının Devamı

Hadi gönderelim Suriyelileri..!

15 Mart 2011 de başlayan üzerinden tamı tamına 13 yıl geçmiş, parçalanmış işgal edilmiş, gerek Baas rejimi tarafından katledilmiş, gerek Amerikan ve Rus savaş uçakları tarafından bombalanmış, bölgedeki otorite boşluğundan faydalanan DEAŞ tarafından mal gibi alınıp satılmaya başlanmış, işkence ve esarete mahkûm bırakılmış, PYD/PKK tarafından istismar edilmiş onlarca Kadın ve çocuğu bu acımasız katillerin ve tecavüzcülerin eline bırakmak vicdanımıza uygunsa gönderelim?

Özellikle son yaşanan gelişmeler bize gösteriyor ki kirli bir tezgâh ve karanlık bir el Suriye den çıkmamızı istiyor. Onlarca şehit verdiğimiz topraklardan çıkabilmemiz içinde Türkiye’de başlayan ve Suriyeli muhalifleri de içine alan bir Türk ve Suriyeli çatışması planlanmış. Bunu az çok olaylara dışardan bakan aklıselim herkes görüyordur. Yüzlerce yıl birlikte yaşadığımız, Çanakkale’de bu ülkeyi kurarken omuz omuza cephede düşmana karşı savaştığımız insanların torunlarına ‘ verelim Esad gebertsin bize ne? ’ diyen bunu oğluna anlatan babalar ve bu baba gibi düşünenler vicdanlarını buzdolabında dondurmuşlar da bu kirli tezgâha gönüllü figüran oluyor. Tüm bunlar ortadayken gördüğümüz yanlışlarda var tabi ki. Bunları elbette eleştirelim.

Düzensiz göçü eleştirelim, daha düzenli bir hale gelmesi ve kontrol altında olması noktasında daha fazla önlem alınmasını yüksek sesle dile getirelim. En doğal hakkımız ama yakıp yıkarak, vurup dökerek olmaz. Elbette ki, ülkesini savunması gereken yaşa gelmiş sağlıklı Suriyeli gençlerin vatan savunması için Milli Suriye Ordusuna er olarak zorunlu gönderilmesi gerekliliğini yüksek perdede dile getirelim. (geride kalan ailelerini mağdur etmeyecek bir planla). Ama unutmayalım da; biz bugün Suriye’de en uzun sınırımızda bir terör devleti oluşmasın diye varız. Askerimiz oradaki düzeni tesis ederken aynı zamanda savaşın sınırlarımızın içerisine girmesini de engelliyor. Ümit Özdağ gibi provokatörlerin söylemleri ile zehirlenenlere bu gerçeklerde aktarılmalı. Zira Askerimizin Suriye sınırından çekilmesini isteyen iki gurup var. Biri PKK ve PYD terör örgütü, diğeri Ümit Özdağ ve destekçileri. Farklı şeyler satanlar akşam olunca aynı evde toplanıyorsa ne sattıkları değil, en son nereye vardıklarına bakarak taktıkları sahte maskelerin altındakileri görebilirsiniz. İnsanımıza en büyük sorunumuz Suriyeliler ve Suriye’de askerimizin olmasıdır gibi düşünceleri zerk edenler var. Kirli iddialarını trol orduları ile sosyal medyadan yayarak ateşi körüklemeye çalışanlar var.

Yazının Devamı

Gerçek belediyeciliğin tek adresini muhalefet de kabul ediyor

27 Mart 1994 Türkiye siyasetinin yerel yönetimler anlayışında bir kırılma yaşadığı ve günümüze kadar kesintisiz devam edecek bir belediyecilik anlayışının temellerinin atıldığı tarihten bakmak gerekir ‘gerçek belediyecilik’ anlayışına.

Çöp dağlarının bomba gibi patladığı, gazetelerin hava kirliliğinden kuponla maske dağıttı,‘İstanbul’da yaşamak ömrü 4 yıl kısaltıyor’, ‘ İstanbul’da kitlesel ölüm tehlikesi’ diye başlık attığı, yolların köstebek yuvasına döndüğü çarpık kentleşmenin, gecekondulaşmanın gelenekselleştiği hülasa artık bu şehir düzelemez denilen İstanbul’da, sandıklardan Recep Tayyip Erdoğan ezici bir oyla Belediye Başkanı olarak çıkmıştı.

Henüz çiçeği burnunda Belediye Başkanı olan Erdoğan, görev süresini hazımsızlık çekenlerin uğraşması ile tamamlayamamış, sadece şiir okuduğu için başkanlıktan el çektirilene kadar yukarıda sayılan problemleri tek tek çözmüş, üstüne pislik kokan Haliç’i temizlemiş, İstanbul’u bir metropole yakışır hale getirmişti. Üstelik tüm bunları yaparken iktidar partisi farklı, Erdoğan’ın belediye başkanı olarak seçimlere girdiği siyasi parti farklıydı. Siyasi rozetini çıkarmış, İstanbulluların hepsinin belediye başkanı olmayı başarmış, hepsinin gönlünde taht kurmuş ve ‘ Erdoğan Belediyeciliği’ kavramının yaptığı hizmetlerle kendiliğinden oluşmasını sağlamıştı. Bu belediyecilik anlayışı sevsin sevmesin çoğu muhalif parti yöneticileri tarafından da merkezi yönetimin adımlarından bağımsız olarak takdir gördü. Kabul edildi.

Yazının Devamı

'Bu ramazan' ve Kudüs!

11 Ayın Sultanı Ramazan-ı Şerif’i, hüzünlü ve buruk karşılıyoruz. Açlığın, aç olanın halini anlamanın, nimetlere şükretmenin ayı Ramazan’ı…

Anadolu Ajansı’nın, Kudüs’te Ramazanın ilk gününde yaptığı canlı yayını izlerken buldum kendimi. Her türlü zulme rağmen ilk kıblemiz yalnız ve mahzun kalmasın diye alınları secdeye giden yüzlerce Müslüman kardeşlerimizi izlerken aklıma, insanlığın acziyeti geldi. Umursamazlığı, zulme sessiz kalıp bir nevi rıza göstermeleri geldi. Açıkçası bu konularda yazmaya hiç cesaret edememişimdir. Hiçbir şey yapamadan, yapmadan yazmak; içimi soğutmak, her Müslümana fert fert düşen sorumluluğu üstümden atmak gibi gelir hep.

Eşi benzeri nadir görülmüş bir vahşet, sapkın bir inanç ve kirli bir ideoloji olan Siyonizm ve dişi kanlı bekçisi İsrail, çocuk, kadın yaşlı, hasta ayırt etmeksizin, film izler gibi izleyen insanlığın gözleri önünde bir soykırım gerçekleştiriyor. Sessiz kalmamak için siyonizme giden en ufak bir maddi kazancı dahi bireysel olarak engellemeli, alışverişte aldığınız bir liralık ürünün dahi peşine düşecek bir bilinç aşılamalıyız öz benliğimize. Bu Ramazan; siyonizme akan her kuruşun, küçücük çocukların tepelerine yağan bir mermi olacağı bilincinin yeniden yeşermesine vesile olmalı.

Yazının Devamı

Bir banane putu var yıkılmayan!

Bilinen tarihin teknolojik olarak en rahat dönemine denk geldik. Her mana da en rahat dönemi desem daha doğru. Bilimsel çalışmaların zirvede olduğu, binlerce kilometrelik mesafeleri, o mesafelerdeki her gelişmeyi anlık ve canlı olarak takip edebiliyoruz. İletişimin zirvesinde olduğumuz bir dönemi yaşıyoruz. İnsanlık bilimde ilerlerken, ahlaki olarak büyük bir çöküşün, erozyonun kıyısına doğru hissettirmeden, derinden derine ilerliyor.

Kabul edelim ki bu erozyonun nokta hedefi gençler. Yarının anneleri- babaları, öğretmenleri, yöneticileri, işçileri… Temelden sarsılan değerler manzumesi tüm gerçekliği ile hepimizin önünde duruyor. Bu çürümenin bilinçli ve sistematik olarak ilerlediğini ifade etmek artık bir düşünce olmanın ötesinde sosyolojik bir gerçek. Önüne set çekilmesi gerekirken çevresinde ki tüm bu uyaranlara eskiden olsa muhafazakârlar daha sert ve yüksek sesle karşı çıkar, sonunu düşünmeden, rızkın sahibinin Allah (c.c) olduğu bilincinden bir an olsun tereddüt etmeden yeni bir söylem geliştirir, yeni bir mefkûre bulurdu.

Şu anda toplumsal bir akıl tutulması ile karşı karşıyayız, hep birlikte seyrediyoruz olup bitenleri. "İnsanlar ne der? Diye kahrolası bir put vardır" diyor ya İsmet Özel, sorumsuz ve umursamaz bir tavırla her işin içinden çıkmaya çalışmanın, sorumluluktan kaçmanın ‘‘ Bana ne Putu ’’ da var artık. İbrahimi bir duruş sergileyemediğimiz her geçen gün bir put daha ekliyor insanlığımızın bahtı kararmaya yüz tutmuş yüreğine. Bize Bana ne putunu yıkacak İbrahim’ler gerek, Ömer’ler ile…

Yazının Devamı

Gençler neden sivil hareketlere uzak?

Önceki yazımda gençlerin sivil toplum hareketlerine bakış açısını, siyaset ve sivil toplum dengelerinin net çizgilerle birbirinden ayrılamamasının üzerinde durmuştum. Malumunuzdur yerel seçimlere çok kısa bir süre kaldı. Bazı yerel STK’lar nüfuzlarına güvenerek siyaset üzerinde etki oluşturmaya çalışıyor. Belirtmekte fayda var ki, günümüz gençleri bu durumun son derece farkında ve süreci ibretle takip ediyor. Elbette ki STK’lar da güçlensin ama bazı oluşumlarının, biz bir kesimin tamamını temsil ediyoruz diyerek siyasi hareketlere nüfuz etme çabaları çıkarsız yürütülen sivil hareketlerin varlık nedenine gölge düşürmektedir. Tabii bunun birde siyasi aktör ayağı var. Sokak sokak gezmeyi göze alamayan, tek tek el sıkışmaya vakit ayırmak istemeyen siyasetçiler sivilleşememe durumundan pek de rahatsız değiller. Çıkar beklentisi olmadan gönüllülük faaliyetlerinde bulunan gençlerinde bu zeminde olmak istememesini anlayabilmek gerekir.

GENÇLER SİVİL TOPLUMDA KENDİLERİNİ GÖRMEK, SORUNLARINI BİRLİKTE ÇÖZÜME KAVUŞTURMAK İSTİYOR

Tüm bu tartışmaların içinde gençler kendilerini daha fazla merkeze alan STK’larda görev almak, araştırma yapmak, sorun tespit etmek ve sorunlara birlikte çözümler üretmek istiyor. 2020 yılında yapılan araştırmaya göre gençlerin %27’si ekonomik yetersizliği mutlu olamamanın temel sebebi sayıyor. %52’si aile hayatının mutluluğun temel kaynağı olduğunu dile getiriyor.

Yazının Devamı

Gençlerin sivil topluma bakış açısı

Aristoteles’in Politika isimli eserinde Devlet kavramı ile temellendirerek kullanıldığı sivil toplum kavramı, bizim geleneklerimizde cem olma, birlikte hareket etme, teşkilatlı olma düşünce ve hareketi ile hep var olmuştur. Kodlarımızda yazılı adeta. Vakıf medeniyetinin emanetçileriyiz desem abartmış olmam sanırım.

Cumhuriyet öncesi yardım temelli olan sivil toplum faaliyetleri, Cumhuriyet sonrası hak ve dayanışma temeline dayalı bir sürece evirilmekle birlikte yardım kavramından da uzaklaşmamıştır. Yardım ve dayanışmanın en güzel örneklerinden birini Şubat ayında yaşanan depremlerde her yaştan her görüşten insanın gecesini gündüzüne katarak seferber oldukları, bizzat deprem bölgesine gittikleri, gidemeyenlerin de bulundukları yerlerde yapılan dayanışma faaliyetlerine gönüllü katıldıklarını gördük. Bu da milletimizin kodlarında vakıf medeniyetinin kodlarının ne denli yazılı olduğunu görmüş olduk.

Çoğulcu ve katılımcı bir toplum yapısının katılımında etkin rol oynaması gereken Sivil Toplum Kuruluşlarının önemli bir kısmı günümüzde maalesef, amaç ve hedeflerinin dışına çıkıp siyasi ve iktisadi alanda nüfuz etme çabası içerisine girdiğini üzülerek görüyoruz. Bazen de daha vahim bir tablo ile karşılaşabiliyorsunuz sivil toplum kuruluşu olarak hizmet ettiğinizde ‘‘siz STK’nızı siyasi ve iktisadi pazarın dışında tutmaya çalıştıkça birileri sizi çekmeye, sözüm ona duruş sergilemenizi isterken, şahsi çıkar ve ikballeri için bir araç olarak kullanmaya çalışmak istemesi ile de karşılaşabiliyoruz.

Yazının Devamı

Mesele gençliğe bakmak mı? Genci görmek mi?(2)

İlk köşe yazımda güzel yorumlarını gerek gazetedeki yazımızın altına, gerek sosyal medya da gerek de özelden dönüp iletişim kurarak samimiyetini ileten herkese çok teşekkür ediyorum. Yaşayan bir köşe olmak istememdeki kastım buydu ve daha ilk yazıdan oraya doğru eviriliyor olmak çok mutlu etti beni.

Aldığım en anlamlı eleştiri, cümleleri çok uzun tutmam oldu galiba. Mesele uzun olunca cümlelere nokta koyası gelmiyor insanın. Farkına varmadan uzayıp gidiyor cümleler.

İlk köşe yazımda, 20. Yüzyılın basmakalıp yargıları ile 21. Yüzyılın yenidünya gencinin yargılanamayacağını, farklı organizasyonlarla piyasaya taşere edilmemesi gerektiğini söylemiştim. Karar verici yetişkinlerin bir zamanlar genç olduğunu unutmaması ve baktıkları açılardan kurtulup artık görmeye başlaması üzerinde durmuştuk.

Yazının Devamı

MESELE GENÇLİĞE BAKMAK MI? GENCİ GÖRMEK Mİ?

Aristoteles’in bile ‘bu gençlik nereye gidiyor’ sorgulamasındaki gençleri ele alarak ilkyazımı kaleme almak istedim. Gençleri diyorum bakın ‘Gençlik’ kavramını değil. Gençlik kavramı; toplumun bakış açısı ile şekillenmiş bir kurgu ve ideal olması istenilen bir kategoridir aslında. Biyolojik ve sosyolojik olarak toplumlar değiştikçe olması gereken ideal gençlik kavramı tanımı hep değişmiştir. Çoğunlukla sorunlu, istenilen düzeye gelmemiş, devamlı piyasaya taşere edilmek istenilen bir gençlik algısı yüzyıllardır devam etmekte.

Geldiğimiz noktada, dünün gençleri bugünün karar verici yetişkinleri ya sanki hiç genç olmamış, serin sulardan kor ateşlere gidip gelmemiş gibi ya da 1960’ların, 70’lerin yani 20. Yüzyılın basmakalıp anlayışı ile küreselleşen dünyanın ve baş döndüren hızla gelişen teknolojinin büyüsüne kapılmış gençleri yargılamaya, o dönemin çözüm önerileri ile gençlere dokunabileceklerini zannettikleri kararlar almaya devam ediyorlar. Görmelerini gerektiren pencereden bakamayan, açılarını değiştirmeyen karar alıcı yetişkinler tabii olarak değişen, geçmişinden uzaklaşan, olması gerekenden hızlı akan bir zamana adapte olmaya, yer edinmeye çalışan yenidünya gencinin duvarlarını aşmak bir yana, geçmişi ve gelenekleri ile arasına örülen duvarların nasıl da hızlı yükseldiğini fark edemiyorlar bile. Yeri gelmişken söyleyeyim; Bu farkındalığa erişmiş bir elin parmaklarını geçmeyen genci gören, genç kalmayı başarmış yetişkinlerin yönettiği kurumlarda var ve fakat istenilen sayıda değil maalesef. Tabi birde gözünü kapatınca herkese karanlık olduğunu düşünenlerin sayısı da az değil. Hani şu, alan programlarını doldurup gençlik programı yapıyoruz deyip gençlerin tüm dertlerini çözdüklerini çektikleri birkaç kare fotoğrafla hallettiklerini düşünen güzel yürekli insanlarımız…

Okurken sen kimsin diyeniniz de olacaktır diye düşünüyorum, bu nedenle hemen söyleyeyim ben Veysel Oti, yaklaşık 10 yıldır hasbelkader gençler ile ilgili çalışmalar yapan STK‘larda, kuruculuk, başkanlık ve yöneticilik yaptım. Düşüncelerimi hiç çekinmeden söyleyen, övülmesi gereken her organizasyonu en güçlü şekilde öven yine eleştirilmesi gerektiğini düşündüğüm her şeyi de, üslubumu sözüme cellat etmeden yeren biriyim.

Yazının Devamı